Otomotiv üreticileri uzun yıllardır sportifliği farklı değerlerle ölçüyor. Henüz bu tutkuya yeni başlayanlar motor hacmine ve üretilen güçlere bakarken, belki biraz daha derinlemesine bakanlar ise bu gücün aracın toplam ağırlığına oranına odaklanmak istiyor. Kimisiyse gücün bir hiç olduğunu, aerodinami ve dengenin her şey olduğunu söylüyor.
Peki kimler gerçek “sportif” araç tutkunu?
İşte bu konu tartışmaya epey açık. Bana sorarsanız, bir otomobilden alınan keyif hiçbir zaman yalnızca güçle ölçülmemeli. Maalesef bugün otomotiv dünyası 1000+ beygir güçlerini konuşadursun; düzlükte kırılan rekorlar mı yoksa kıvrak dağ yollarında yaptığınız bir sürüş sonrası kalbinizin heyecanla çarpması ve zevkten dizlerinizin titremesi mi gerçek sportiflik, bunu tartışalım.
İlerleyen yazılarda “dizleri titreten”, adeta Waku Doki yaratan bir sürüş için otomobilin sizlere neler sunması gerektiğini konuşacağız. Ancak bugün bir tanesi üzerine odaklanacağız: 50/50 ağırlık dengesi.

50/50 Ağırlık Dengesi Gerçekten Ne Kadar Önemli?
Elliye elli veya eşit ağırlık dengesi konusu çok uzun süredir markalar için büyük bir reklam aracı. Çünkü ağırlığı ne kadar eşit dağıtırsanız, aracınızın o kadar kıvrak olacağı ve yolu o kadar daha iyi tutacağı (50/50 orana yaklaştıkça) iddia edilir.
Birçok otomobiline aşık kişi, bu değerlere sahip aracından büyük bir heyecanla bahseder. Ancak benim kafamdaki soru her zaman şu olmuştur: Bir D segmenti sedan yaklaşık 5 metre uzunluğuyla da bu değere sahip olabilirken, bir roadster 3.9 metre uzunluğuyla da bu oranı sağlayabilir.
Bununla beraber önden motorlu bir Toyota GT86 ve ortadan motorlu bir Toyota MR2 de bu değeri taşıyabilir. Ancak sedan ile viraja girdiğinizde arka tarafın kopup, zevkli ancak uzmanlık gerektiren; daha çok direksiyon ve gaz pedalı düzeltmesine ihtiyaç duyan bir araç olduğunu hissederken, herhangi bir küçük roadster’ın arkasının neredeyse hiç kopmadığını, aksine adeta bir Go-Kart aracı gibi nereye çekseniz oraya geldiğini göreceksiniz.
Anlıyoruz ki önemli olan ağırlık dengesinin 50/50 olması değil, iki uçtaki ağırlıkların birbirine ne kadar yakın olduğudur.
Kavramsal Bir Örnekle Ağırlık Dengesi
Şimdi bütün bu anlatıyı hikayeleştirelim. Yaklaşık üç karış uzunluğunda bir tahta çubuğa sahipsiniz.
Birinci senaryoda, bu tahta çubuğun her iki ucuna ağır birer top yerleştirdiniz. Çubuğu tam merkezinden tutup bileğinizden hareket vererek çevirmeye çalıştığınızı hayal edin. Biraz zorlanıp çevirseniz bile, daha sonrasında istediğiniz anda sabit tutmak için bir güç harcamanız gerekecektir. Adeta merkezden uzakta duran toplar, sanki durmayıp devam etmek istiyormuşçasına bileğinizi ters yöne çevirecektir.

Bir de bu iki uçtaki topları tahta çubuk üzerinde iterek hem merkeze hem de bileğinize yaklaştırdığınızı düşünün. İşte bu senaryoda çubuğu merkez eksenli döndürmek istediğinizde çok daha basit olduğunu, durdurmak istediğiniz anda da daha isabetli durduğunu ve bunu yapmak için daha az efor harcadığınızı göreceksiniz.

Anlıyoruz ki kıymetli olan, ağırlıkların eşit olması değil; birbirlerine ve ağırlık merkezine olan uzaklıklarıdır.
İşte bu yüzden 2 kapılı bir roadster ya da hatchback, virajlarda çok daha kıvrak ve isabetli olabilir. Ayrıca ortadan motorlu bir Toyota MR2 ile bağlanan driftleri rahatlıkla atamamanızın nedeni de budur; çünkü yakın olan ağırlıklar aracın kopmasına adeta izin vermiyor gibi düşünebilirsiniz.
Bunun aksine, bir sedan veya Grand Tourer (GT) çok daha tedirgin edici, daha doğru gaz ve direksiyon tepkilerine muhtaç olup sürüşü daha ustalık gerektiren bir araç olacaktır.
Günün sonunda, her biri birbirinden keyifli olan bütün otomobiller arasından hangisini seçeceğiniz, hangisinin direksiyonundayken kalbinizin hızla attığı ile doğru orantılıdır.
Dileriz artık ağırlık dengesini daha iyi yorumlamanıza katkımız olmuştur.



